İTAAT: “BEN İBRAHİM MİYİM, OĞLU MUYUM?”


BERLIN - 1062 of 1234

“BABANIN SEVGİSİ Mİ, YOKSA TANRININ EMRİ Mİ ÖNEMLİDİR?”

“İtaat” nasıl dünyanın bu halinin en kısa özeti olabilir? Ve bunu size özetleyebilen “dini inancı eleştiren” sanat eseri nasıl Berlin’deki Yahudi Müzesinde sergilenebilir? Hem de o kadar yoğun duygularla doldurur ki sizi, bunun üzerine yazılarınızı Internet üzerinden paylaşmaya bile karar verebilirsiniz: “İtaat”i anlatmam şarttı.

BERLIN - 1190 of 1234

Saskia Boddeke ve Peter Greenaway’in birlikte yarattığı “İtaat” sergisi için müzenin en üst katında yer ayrılmıştı. Ünlü film yönetmeni Peter Greenaway’in ismini gördüğüm için, bir filmin oynadığı ilk odaya girince serginin orada biteceğini düşündüm. Zaten Berlin’deki son günümdü ve pek zamanım yoktu. Hatta o güneşli havada son günümü kapalı bir yerde geçirmekle hata yaptığımı bile düşünüyordum.

BERLIN - 1056 of 1234

İlk odada “I am Isaac” “I am Ishmael” “Ich bin Isaac” “Je suis Isaac” “Ben İshak’ım” sözlerini söyleyen kişilerin gösterildiği bir film sürekli başa sarıp oynuyordu. İlk önce kim olduklarının önemli olmadığını düşündüğüm değişik yaş, cinsiyet, milliyet gruplarının bu sözleri tekrar etmesi üzerine kurulu bir çalışma gibi göründü gözüme. Bunları izleyip, içimden “İşte yeni bir soyut sanatın simgesel izdüşümleri” falan gibi alaycı yorumlar yaptığımı anımsıyorum. Bu düşüncelerimin asıl entelektüel ukalalığın izdüşümleri olduğunu sonradan anlayacaktım.

Hikayenin sonu baştan söylenmez ama bir gün giderseniz bu sergiye, ki umarım daha başka yerlerde de açılır, o filmi izlerken beni de göreceksiniz. Kameralı odacıkta oturup İngilizce mi Almanca mı söylediğimi anımsamıyorum: Ben İshak’ım. “Ben İshak’ım”ı niye İshak olarak seçtiğimi bu yazıyı yazana dek bilmiyordum. Yaptığım araştırmada bunun Kuran’da isimle belirtilmediği için, İslam’da da İsmail ya da İshak üzerinde bir fikir birliği olmadığını öğrendim.

Bilenler bilir, bazı Yahudiler İshak’ın soyundan, bazı Araplar da Muhammed’in İsmail’in soyundan geldiklerine inanırlar. Sonuçta ben farkına varmadan, İshak diyen İslami din bilginlerini desteklemişim. Aslında sergideki karmaşada bir taraf tutulmuyor, hem İshak hem de İsmail ismi kullanılıyor; çünkü sonuçta kurban edilen o çocuk önemli, isim değil.

Yalnız ne İsmail ne de İshak doğru cevapmış. Buna karar vermemin, filmin bir parçası olmamın hikayesi aşağıda:

İlk oda, “İtaat” ikinciye yani “Başlangıç”a açıldığında demek sergi tek odalık değilmiş diye şaşırdım. Girdim tabii ki ikinci odaya Alice’in harikalar diyarındaki meraklı hali misali. Çok ilgimi çekmemiş olduğu, iki ve üçüncü odayı hızlı geçtiğim, çektiğim fotoğrafların azlığından belli.

Dördüncü “Altın Oda”: Loş ışıkta cam mahfazalarında altın kakmaları parlayan, dünyanın bir çok müzesinden, kilisesinden bu sergi için toplanmış, yaş ortalaması beş yüz yıl olan el yazması otuz civarındaki kutsal kitabın ihtişamı ile duraksadığımı anımsıyorum. Her bir kutsal kitapta olay sahnesi açılmış, İbrahim oğlunu kurban etmeye çalışıyor; bazılarında meleğin gelişi de resmedilmiş. Karanlıkta parlayan kurban sahneleri.

BERLIN - 1146 of 1234  BERLIN - 1061 of 1234

Sonra yine aydınlığa çıktım, sağdaki odada melek kanatları asılıydı, yerlerde de bembeyaz tüyler. Melek kanatlarında dikkatle bakınca bunun ellerden yapılmış olduğunu gördüm, ürpertici o duygu bir sonraki odada devam etti: Kapkaranlık kötülüğün ziyaret ettiği altıncı oda, yerde koyun tüyleri ve kokusu: “Şeytan”. Kıpkırmızı dijital rakamlar şeytan yazısının yanında parlıyor, sizi günümüze çekiyor: Kötülük hep var ve yanımızda.

BERLIN - 1094 of 1234   BERLIN - 1087 of 1234.jpg

BERLIN - 1096 of 1234.jpg

Bir sonraki oda “İslam”. Hac sırasında erkeklerin saçlarının tıraş edilir(miş), bu yüzden Arko tıraş kremi görmeyi umduğum en son yerde: Dini inançlar ve ritüellerle ilgili bir sergide. Hac sırasında yedi gün boyunca nelerin yapıldığı detaylı bir şekilde açıklanmış, resimler, yazılar.

İçimdeki ideoloji-avcısı alaycı bir yaklaşım arıyor ya da bir dinin diğer dine üstün gösterildiği bir ipucu tüm o açıklamalarda: Yok.

Hac ile ilgili kitaplar bir masanın üstünde, içinde Old Spice’ın da bulunduğu tıraş malzemeleri, köpürtmeye yarayan dedemin hatta Permatik çıkmadan önce babamın da kullandığını anımsadığım tıraş fırçaları, bir kocaman kavanoz dolusu (koyu renk) saç başka bir masanın üstünde. Bazı İncil’lerdeki Yaratılış bölümünde söz edilen, İbrahim’in sabah eşeğini yükleyip yola çıkması sahnesinin betimlendiği film de duvarda. İbrahim, oğluyla birbirlerine bakıp bir diğerinin saçlarını üflüyor, oyun oynuyorlar. Diğer bir sahnede bembeyaz giyinmiş sarışın melek bir şeyler yapmak amaçlı, oradan oraya koşuşturup duruyor.

İslam’ın bulunduğu göreceli olarak canlı ve renkli yedinci odadan sadece onlarca haçın mor ve bordo ışıklarla renklendirilmiş duvarlara asıldığı karanlık sekizinci odaya girmek, kültürün simgelerle (ve renklerle) ne kadar ilgili olduğunun da göstergesi: Burası “Hıristiyanlık” odası. Onca haçın arasında kurban anını görüntüleyen Rönesans resmine, bir kaç küçük heykele ve özellikle İsa’nın bulunduğu haçlara odaklanmış ışık odayı esrarlı ve biraz da korkutucu kılıyordu. Duvarda altın varak yazı var:

İshak: Baba!
İbrahim: Buradayım.

İshak: Ateş ve odun buradalar, ama kurban edilecek kuzu nerede?

İbrahim: Tanrının kendisi kuzuyu verecek, oğlum.

İshak İbrahim’in oğludur, nasıl İsa Tanrının oğluysa. İshak kurbanın odununu kendisi taşıdı, nasıl İsa haçın odununu taşıdıysa.

BERLIN - 1108 of 1234.jpg

Dokuzuncu ve Yahudiliğin simgelendiği yine karanlık odayı, İbranice yazıların yansıtıldığı masalar, diğer odalardaki filmlerde de kullanılan müziğin çeşitli temaları ile kurban sözcüğünün duyulduğu karışık konuşmalar dolduruyordu. Kendimi bambaşka bir evrende hissettiğim ender anlardan birini yaşamaya başladım. Peter Greenaway’in dediği gibi öncelikle hissettim sonradan adlandıracağım şeyleri.

İSHAK/İSMAİL’İN KURBAN EDİLMESİ İLE İLGİLİ BİR SANAT ESERİ YARATILIYOR

Peter Greenaway bütün bu sanat yapıtını “Önce hissedilecek, sonra düşünülecek” bir şey olarak tanımlamış tat alma dışındaki bütün duyularımızı kullandırtırken: Görme, dokunma, koku alma, duyma. İzleyicinin katılımı ile de bu ‘birlikte yaratılan’ bir sanat eseri olmuş.

BERLIN - 1125 of 1234.jpg
Bundan sonrasını ancak bir çeşit kendimden geçme olarak tanımlayabilirim. Yahudiliğin kutsal metinlerinin yansıtıldığı odadan yalnız başına etrafına bakınan aydınlık bir fondaki altın renkli boynuzlu bir koç ve su birikintisinden kabarcıklarla birlikte çıkan bıçaklı bir filmin oynayıp durduğu, Arapça bir duanın duyulduğu on birinci odaya geçmişim, resimlere bakılacak olursa.
BERLIN - 1130 of 1234.jpg
On ikinci oda, “Agnus Dei” yani “Tanrının Kuzusu”. Kapkaranlık bir oda ve masum bir şekilde başını uzatarak yatmış, bembeyaz bir kuzu.

On üçüncü upuzun, yukarıdan envai çeşit ipin, urganın, deri kemerlerin, metal kıskaçların sarktığı “Bağlama”da artık biliyorduk ki o yatan kuzunun ayakları bağlanacak. Duvarda başka bir yazı:

TANRI: Oğluna el sürme. Artık biliyorum ki benden korkuyorsun. Seni kutsuyor ve dölünü aynı cennetteki yıldızlar ve denizdeki kumlar gibi sayısız kılıyorum. Dünya dölüne kalacak çünkü sen bana itaat ettin.

Kuzuya el sürmeyeceğiz ama bağlamamız için her şey artık elimizin altında. Her yöntem öğretilmiş durumda. Bağlamasak da biliyoruz ki, istenen her an bağlayabileceğiz. Bu sayede yaşamımız devam edecek. Türümüzün devamı duyduğumuz korkuya ve ettiğimiz itaate bağlı. Bu bir son cümlesi gibi görünürken, aslında hiç bir şey bitmeyip yeni başlamış.

BERLIN - 1134 of 1234.jpg

On dördüncü büyük oda duvarlarında kanların aktığı, kansız duvarın onlarca keser aletle dolu, kanlı diğer duvarın da kuzularla dolu olduğu, zeminin kıpkırmızı olduğu: “Kurban”. Artık kurban vermeye başlamışız. Tüm o bıçaklar, keserler, kamalar, kılıçları kullanıyoruz. Peki acaba sadece koçları, kuzuları mı kurban veriyoruz?

BERLIN - 1135 of 1234.jpg

On beşinci ve son odanın ismi konmamış: Bir duvar dolusu dünyadan vahşet, savaş, ölüm haberlerini veren gazete parçaları ve üstüne bir önceki odadaki kanla yazılmış, yüzüme çarpan soru:

“YOKSA SEN BİR İBRAHİM MİSİN?”

BERLIN - 1139 of 1234.jpg

Bir soru ile bu denli nefesin kesilebildiği ender anlardan biriydi yaşamımdaki.

Diğer duvarda kısa kısa sahneler: Filistin’de kamptaki bir çocuk konuşuyor: “Çok güvenli yerde yaşardık. Burası çok soğuk” “Uçaklar bizi avlıyor, o yüzden göç ettik” “Bir kilo pirinç alacak paramız yok” “Burada su dolduruyorduk. Biz onlara ne yaptık ki?”. Dünyanın dört bir tarafından ellerine silah verilmiş, yaralanmış, öldürülmüş bebekler, çocuklar. Afrika, Ortadoğu, Güney Amerika.

Orada oturup ağladım. Kurmaca olduğunu bildiğiniz bir filmde ağlamak gibi değildi.

Bu aslında içinde gerçek insanların oynadığı dünyadaki en büyük kurmacaydı.

Bunları tek tanrılı bir din kültürünün anlatıldığı müzenin üst katında gördüğümü bilmek, bir dünya savaşında binalarının yüzde seksenin yıkıldığı bir şehirde, yüzbinlerce masumu temarküz kamplarında katleden bir ülkede, her gün benzer vahşetlerin yaşandığı bir dünyada…

Tekrar tekrar daha diğer odalardaki filmlerde de tüm bu vahşet içerisinde çaresizce dolaşan beyaz giysili meleğin görüntülerini izlerken ve ülkemin halini de düşünürken düşüncem artık değişmişti:

Biz ne İsmail, ne de İshak’ız.

Hepimiz birer İbrahim’iz.

Korkuyu yaşamlarının merkezine yerleştirmiş, kendi neslini kurban etmekten çekinmeyen İbrahim’ler.

BERLIN - 1164 of 1234.jpg  BERLIN - 1162 of 1234.jpg  BERLIN - 1193 of 1234.jpg BERLIN - 1160 of 1234.jpgBERLIN - 1171 of 1234BERLIN - 1058 of 1234


İTAAT: “BEN İBRAHİM MİYİM, OĞLU MUYUM?”” için bir yanıt

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s