“PİYASA”DA SIKLIKLA SANATÇI UÇMAZ, TACİR UÇURUR

Published by

on

IMG_6997

İnsanlar bazı konularda tartışmaktan hiç sıkılmazlar. Bunların en bilinenlerinden biri en az altı yüzyıldır devam ediyor ve hala nihayete erdirilememiş bir konu: Ticarileşme ya da metalaşma. Bir markanın, ürünün, şirketin ticarileşmesini kabul ederiz ama bir sanatçınınkini kabul etmeyiz gibisinden özetleyebiliriz bu tartışmayı. Bir anımsayın Orhan Pamuk’un kitap tanıtımının açık hava ilanlarında göründüğü zamanı. Herkes çok yadırgamıştı. Şimdiyse çok alışıldık bir durum.

Bir taraftan pazarlama üzerine çalışan diğer bir taraftan da bilimsel olarak tüketici toplumunu anlamaya uğraşan biri için ise bu konu her an yaşanan bir ikilem. Çünkü güya ticaret sıradan ve banaldir. Sanat ve bilimse güya özgün ve yüce. Pazarlama ve markalar üzerine çalışıyorum deyince herkes bir duraksar, tüketici toplumu üzerine deyince sorular başlar. Oysa benim için hepsi bir. Kısa başka bir bilgi: İlk ve epeyce uzun süren etnografik araştırmamda Coca-Cola’nın bir rock festivaline sponsorluk yapması üzerine oluşan tartışmaları ve piyasa-marka ilişkilerini incelemiştim. Rock ilk küreselleşen metalardandır. Bir pop müziktir. Fakat ideolojisi ile kendisini ‘sıradan’ ‘pop’tan ayırır. Araştırmam sırasında küresel bir marka olarak Coca-Cola’nın nasıl ‘rock’ı metalaştırarak kirlettiğini dinlemiştim, Nike giyen rockçılardan. Ne Nike giymelerini ne de küresel markalara karşı olmalarını eleştiriyorum, yanlış anlaşılma olmasın. Sonrasında ben de U2’nun solisti Bono’yu kendi adına moda marka yaratması konusunda epeyce eleştirdim, o politik alanda da aktif olmaya kalkınca. Bilimsel nesnellik de bir yere kadar.

IMG_7014.JPG
Ünlü kalpten balon figürü tişörtlerin üstünde uçuyor

İstanbul’daki Banksy sergisi de “Ticaret sanatı kirletir mi?” ekseninde dönen sanat ve ticaret tartışması ile başladı. Aslında Banksy herhangi bir sanatçı değil, hakkında konuşacak çok şey var. Öncelikle sokak sanatçısı diye tabir edilen, yani eserlerini daha çok açık havada, duvarların üstünde görebildiğimiz bir sanatçı ve film yönetmeni. Dahası bir kaç yıl öncesinin Time dergisi sıralamasında dünyanın en etkili 100 kişisinden biri. Sanatı ile politik tartışma yaratabilen ender sanatçılardan. Onunla ilgili anlatacak çok şey var ama benim işim sanat eleştirmenliği değil, her ne kadar üç yazımın üçünde sergilerden bahsetsem de. Bu sadece tesadüf, yalnız dün yaşadığım daha da büyük bir tesadüf:

Nasıl olduysa dün ben yine hem de serginin açıldığı ilk saatlerde bu sanat ve ticarileşme tartışmasının içine düştüm. Kendimi bu tartışmanın içinde bulmam ancak kaderin garip bir oyunu olabilir. Bu gerçek bir sosyal bilim laboratuarıydı, piyasanın bütün oyuncuları ve hasbelkader ben yine bir aradaydık:

. Banksy’nin eserlerini pazarlayan ünlü galerici ve bu serginin küratörü Steve Lazarides (Sanat tüccarı/Üretim)

. Organizasyon firmasından bir yetkili (Şirket/Üretim)

. Üç gazeteci (Medya)

. İki sergi ziyaretçisi (Tüketim)

Yine üretim-tüketim ilişkileri, yine küresel bir marka ve içinden “Ben bu filmi görmüştüm” diyen bendeniz. Gazeteciler benim görüşümü merak ediyorlar: “Peki siz de eleştiriyor musunuz ?” diye soruyorlar, “anlamaya çalışıyorum” diye cevaplıyorum, on beş yıldır bunu yapmaya çalıştığımı eklemiyorum.

Tartışma konusu “Bu sergi Banksy’nin temsil ettiklerine uyuyor mu?” ve “bu sergi ticari mi değil mi?” idi. Yanıtlar bildikti, yalnız yanlış kişiye, yani Steve Lazarides’e soruluyordu soru: Sonuçta Lazarides zaten ticaret erbabı, bir tacir. Kendince harçları görünen tuğlalardan oluşan duvarlarıyla tipik İngiltere sokakları tasarlamış, Banksy’nin eserlerini toplamış, güzelce yerleştirmiş. Kendisi ve holding sürekli bu serginin özgünlüğü üzerine konuşuyorlar. Oysa daha bir kaç ay önce Banksy’nin kendisinin yarattığı devasa Dismaland sergisi vardı. Bu sergiden Banksy’nin haberi var ama parayı ‘direk’ o kazanmıyor, çünkü bu eserlerini satmış. Sonuçta eserleri piyasada ve piyasa kendi kurallarına göre fiyatını artırıyor. Galericilerin işi bu: Sanat eserleri toplarlar ve pazarlayarak, kâr etmeye çalışırlar. Sanatçıları tanıttıkça piyasaya, hem sanatçının hem de ellerindeki eserlerin fiyatı artar. Bu şekilde kâr ederler. Bir marka her zaman tanıtılır, daha yüksek bir kârla satılması için; buna marka değerini artırmak diyoruz. Holding de yaptığı sponsorlukla bununla farklı bir tanıtım peşindedir. Londra’daki Tate Modern Müzesi’nin sponsorunun BP olması gibi (Ama bu da çok tartışılır). Piyasa mantığı budur. Ürünler doğar, şu ya da bu şekilde değerlenir. Değerlenmezse de kaybolur gider. Buna sanat dünyasında niçin halâ şaşırılıyor, anlamak zor.

IMG_6995

IMG_7030
“Çiçek Fırlatan” kol düğmesi olmuş, nereye ne fırlatır artık bilmek zor.

 

Diğer taraftan serginin sonunda bu kadar muhalif, İsa’nın bile alışveriş poşetleri ile resmini yapan, en önemli eserleri kapitalizmin olumsuz etkilerini eleştiren bir sanatçının, tişört, kalemlik, tabure vs hatıralık eşyalarının bulunması; hatta en ünlü eserlerinden birini ‘kol düğmesi’ şekline bürünmüş görmek içimi cız ettirdi. Sonra bir önceki yazımda söz ettiğim ünlü Ortaçağ sanatçısı Bosch’un cenneti anlatan tablosunun çorap olduğunu anımsayınca, beterin beteri var diye düşündüm. Neyse ki, en azından Bosch bu günleri görmedi!

Tek söylenecek şey sponsor holding ve Steve Bey’e: Bu kadar muhalif bir sanatçının, hatıralık eşyalarını üretirseniz sanatçının markasına yarar sağlamaz, bilakis muhalifliğine duyulan inancı zedelersiniz. Bu uzun vadede size zarar olarak döner. Bu da piyasanın başka bir kuralıdır.

Bunları düşünürken aklıma geldi, asıl bir de bir milyon dolarlık köpek balığının hikayesi var, onu da başka zaman anlatayım.

Jesus-Christ-With-Shopping-Bags-by-Banksy
Banksy’nin Alışveriş Torbaları ile Çarmıha Gerilmiş İsa’sı

 

““PİYASA”DA SIKLIKLA SANATÇI UÇMAZ, TACİR UÇURUR” için 2 cevap

  1. Aydın Shay Avatar
    Aydın Shay

    Elinize sağlik. Beni aydınlattınız teşekkürler.

    Liked by 1 kişi

    1. E. Taçlı Yazıcıoğlu Avatar

      çok teşekkürler

      Beğen

Yorum bırakın

WordPress.com’da Blog Oluşturun.